İlk başvurduğu yer, Bayezid medresesinde küçük bir oda oldu. Orada bulunan iyi bir şahsın delâleti ve koruması ile ilimde hayli ilerledi. O iyi zatın ölümü ile Mahmut paşa medresesinde bulunan bir odaya taşındı. Oradan Süleymaniye medresesinde okutulan derslere devam etmeğe başladı. O günün sayılır âlimlerinden padişahın hocası Hacı Hafız Muhammed emin efendi, Abdurrahman el-Harputi, Laz Osman gibi şöhretli âlimlerin feyizlerinden büyük istifadelerde bulundu. Ve onlardan icazet aldı. Yani şeriat ilimlerini onlardan tahsil etti, bitirdi.
Sonra Bayezid dersiâmlığına tayin olundu. Ders okutmak ve vaaz ve nasihat etmekle ilmini sarf etmeğe ve müslümanlara hizmete başladı. Bu vazifeleri yaparken şerh-i akaid okutuyordu. Bir yandan da kitap telif etmeğe başlamıştı.
Bu mübarek insan, Zâhir ilimleri okumakla kalmayıp, bâtıni ilimleri de okumuş ve her iki ilimden de icazet almıştır. Bunun üzerine dersiam unvanını kazanmış, arkasından ilim yaymaya ve kitap tasnif etmeğe başlamışlardı. Bununla beraber, kendisi tasavvuf ilminde de ilerlemeyi istiyor, tarikat babında bilhassa ilerlemek istiyordu. Aradı, taradı. Nihayet Mevlana Halid el- Bağdadî hazretler inin yetiştirdiklerinden Abdül Fettah ismindeki zat-ı muhtereme bağlanmak ve ondan inabe almak istedi. Bu insan, şeyhinden aldığı talimat üzerine hep yaya yürürdü. Tâ Şam’dan İstanbul’a kadar yaya gelmişti. Ahmed Ziyâuddin kendisine müracaat edip ondan ma nevi ders almak isteyince, “senin istidadın vardır. Tarikatta manevî nasibin olacaktır. Ancak benim tarafımdan değil, başkası tarafındandır. Zamanı gelince onu bulur ve ona intisap edersin.” Diyerek beklemesini söyledi.
Heyecan içinde şeyhini ve feyiz alacak kişiyi beklemeye başladı. Mevlânâ Halid, halifelerinden birisine vazife vermiş ve İstanbul’a gitmesini istemişti. Yaya olarak Şam’dan İstanbul’a kadar giden o zatın ismi de rivayetlere göre Ahmed Ziyâuddin, lâkabı da el-Evrâdî idi. Verilen emir üzerine 1845 tarihinde İstanbul’a ulaştı. Kendisini sabırsızlıkla bekleyen Gümüşhaneli merhum, nihayet beklediğine kavuştu. Görmüş olduğu rüyalar hepsi aynen çıkmıştı.
Nihayet şeyh evrâdî, almış olduğu irşad görevi üzerine büyük müridi Ahmed Ziyâuddin Efendi ile bir sabah namazında Abdül Fettah Efendi’nin odasında buluştular. Hemen bu büyük insan, şeyhine intisap etti. Şeyhi ona gereken talimatı ve zikir derslerini verdi ve aradan kayboldu. Daha sonra 1847 senesinde tekrar teşrif etti. Bu büyük insana tekrar büyük feyiz kaynaklarını öğretti, ona Nakşibendi’ye, suhreverdiyye, kübreviyye, çeştiyye tarikatlarında icazet verdi. Ayrıca hadis ilmindeki büyük bilgisinden dolayı Gümüşhanevî hazretlerine hadis ilminden icazet verdi. Kendisinin tasnif ettiği 240 kadar eseri okutması vazifesini de vermişti. Ondan sonra İstanbul’dan ayrıldılar ve bir daha da görünmediler.
Bu büyük insan, 1277 hicrî tarihinde 77 yaşında olduğu halde Şam’da vefat etti. Halen türbesi orada bir ziyaretgâhtır. Allah ona rahmet eylesin.Ahmed Ziyâuddin Efendi, Mahmut paşa medresesinden sonra, İstanbul’da vilâyet yakınında bulunan camii şerife ve zaviyede ömürlerinin sonuna kadar talebeleriyle ve dervişleriyle meşgul olmuşlardı. Bu camii ile zaviye daha sonraları yıktırılmıştır.
Miladi 1867 yılında hacca gitmiş hacca giderken birçok kimseleri irşad buyurmuş ve tarikatına koymuştur. Tarikatı kısa zamanda her tarafa yayılmıştı. Hicri 1293 Osmanlı-Rus harbinde bir miktar müridleri ile birlikte harbe iştirak etmişler, cephenin en kritik noktasında harb etmişler, asker ve kumandanların cesaretlerini kuvvetlendirmişlerdir.
Hicri 1294 Yılında ikinci sefer hacca gitmek üzere yola çıkmışlar, dönüşte Mısır’a teşrif ederek üç seneden fazla nâsıriyye ve câmiül ezher’de, yazmış oldukları en kıymetli kitapları olan Râmuzu’l-Ahâdîs’i orada yedi defa okutup binlerce Arap bilginine icazet vermişlerdir. Bundan başka Araplardan, önde gelen beş kişiye tarikatı yaymak için izin verip İstanbul’a dönmüşlerdir.
Ahmed Ziyâuddin Efendi’nin dergâhı ilim irfan kaynağı idi. Çünkü o zamanın en büyük feyiz vereni ve irşad edeni idi. Çünkü o tarikatı, Hz. Peygamber'in sünneti ışığı altında yürütüyor, hiçbir noktada sünnetin dışına çıkmıyordu. Diyebiliriz ki kendisi zamanının bir mânevi ulu sultanı idi. Ramuz’ul- Ahâdîs, Levami’ul-Ukul Ve başka kitapları dergâhta devamlı okunurdu. Rivayetlere göre kendisine bağlı olanların sayıları bir milyonu bulmuştu. Dervişleri arasında bir dayanışma kurmuş ve karşılıklı para alıp verme, istikraz imkânı sağlamıştı. Fakir olanları, aralarında kurmuş oldukları yardım fonun’dan destek sağlıyordu.
Bu büyük insan, bütün insanların ve bilhassa müslümanların yücelmesi İslamiyet’in genişlemesi için bir matbaa kurdurmuş ve bu matbaa kanalıyla Rize, Bayburt ve Of’ta geniş kütüphaneler kurdurmuştu. Matbaada basılan ve dergâhına ait olan faydalı ve verimli kitapları ehline meccanen dağıtırdı.
Ahmed Ziyâuddin Efendi, tam 29 sene devamlı irşad görevinde bulundu. Bir sene içerisinde birisi zilhicce ayında diğeri de Recep ayında olmak şartıyla yılda iki defa halvete girerdi, özleşmek, safileşmek için bu hareketi ve vazifeyi ifa ederdi. Bu maksatla onun zahitliği ve takvalığı çok mükemmeldi. Riyazet yolunda çok dikkatli ve itinalı idi. Az yer, az içerdi, son derece kanaat ehli idi. Çok vakit kuru ekmek yemek suretiyle ellerinde bulunan parayı fakirlere dağıtırdı. Geceleri çok zaman uyumaz, zikir ile şükür ile ve ibadetlerle geçirir, arta kalan zamanda da kitap yazmakla meşgul olurdu.
Gündüz vakitlerinde talebe okuturlar ve kuşluk üzeri bir nebze uyurlardı. Anlatıldığına göre 18 sene devamlı olarak yılboyunca orucu tutmuş, ancak bayram günlerinde yemişti. Yatsıyı kıldıktan sonra kimse ile konuşmaz, doğru evine çekilir ve o yatsının abdestiyle sabah namazını kılarlardı. Kendisinin bu derece takvası üzerine hocalarından dahi kendisine inti- sap eden olmuştu. Meselâ; Muhammed Emin efendi adındaki hocası, ona tarikatta uymuş ve kendisinden inabe almıştı. Bu vesile ile kendisinden şerefyap olmuş oldu.